İki arkadaş yorgunluklarını Teşvikiye'de bırakmış, sigara molasını ise Süleyman Seba Caddesi üzerinden aşağıya doğru inerken belki şehirde bulabilecekleri ender gölgelik alanlardan biri olan Şairler Parkı'nda verdiler. Bir kaç sigara boyunca hiç konuşmadan oturdular, az önce içmiş oldukları kahve ağızlarını kurutuyordu birde üzerine arka arkaya yaktıkları sigaralar soludukları sıcak havayı iyice çekilmez hale getiriyordu ancak şikayet etmediler. Sigarayı bırakmayı değil ama havaların soğuk olmasını düşündüler. Beşiktaş'ın telaşından kurtulup Ortaköy'e doğru yürürken Arslan dostuna hiç bakmadan konuşmaya başladı, Kaan bozuk çakmağı ile inatlaşarak sigarasını yakmaya çalışırken bir yandan dostunu dinliyordu. Maraton koşmak gibi hayatta onlara hiç bir katkısı olmayacak bir fikir ile karşısına çıkmıştı Arslan. Üstüne üstlük koşuya katılmak için para ödeyeceklerdi. Sonunda ise ellerine geçen pirinçten alaşımından oluşmuş bir madalya ve 3 gün sonra nereye koyduklarını unutacakları bir sertifika olacaktı. Kaan tüm bunları düşünürken, kendimiz ile yarışacağız diye düşüncelerinin arasına girdi Arslan. Tüm bu kendini gerçekleştirmek geyiklerini mastürbasyon yapmaya benzetmesine karşın bu fikre aklı yatmıştı nedense Kaan'ın. Bir süre daha konuşmadan yürüdüler. Arslan yine dostunun suratına bakmadan sordu sorusunu, " Unuttun mu onu ?" Yarım dakika kadar sessizce yürümeye devam ettiler derken rahatsız edici bir fren sesinin ardından gelen kornalar birbirini takip etti. Kaan olduğu yerde durup dostuna bakarak, "Kimi unuttum mu ?" diye konuya tekrardan dahil oldu. O sırada korna seslerinin ve acı bir çığlık tadında orta kulaklarında yer eden frenin geldiği yönden küfürler ve bağırışlar gelmeye başladı, bir an için dikkati dağılan Arslan yürümeye devam ederek, " Boşver unutmuşsun işte" dedi. Kaan tekrar "Kimi ?" sorusunu arkadaşına yöneltirken kimi unutması gerektiğini unutmuş olduğunun farkına vardı, birer sigara yakıp uzun caddede yürümeye devam ettiler.

Bir el kalkar masalardan birinden : usta bize 2 bira 2 tekila , tekilalarda tuz limon olmasın. Birer sigara. Birer bira tek daha. Gene bir el kalkar bu sefer biranın yanında jager olsun. Döngü devam eder. Saatler geçer bu sefer viski olsun biranın yanında. Kanka sigara bitti bir paket çeksene. Kağıt kalem alırsın eline saçmalıklar karalarsın. Bağıra bağıra şarkı söylersin. Dünyanın merkezindesin zaten koy götüne. Sarmaz kalkarsın. Kendini sokağın kucağına atarsın , siz hiç hariç tek şahidiniz elinizdeki şaraplardır. O şarkıyı bi daha açsana dinleyelim. Sikeyim anasını. Kaslar gevşer. Zihin firarda. Duygular paramparça. Düşe kalka ilerlersin . Bulduğun bi barda 3-5 bir şeyler daha içersin. Bazen hiç tanımadığın insanlarla dans ederken bulursun kendini, bazen barda bitik bir şekilde . Sabah olur , nasıl uyuduğunu anımsayamazsın . Telefon çalar , arkadaşların sana rastlamışlardır gece bir yerlerde. Sana gece yaptığın garip hareketlerden bahsederler. Çoğunu hatırlamazsın. Zaten yeterince rezil olmuşundur sikerler dersin , sikerler. Yüzünü yıkayıp basıp gidersin evden. Yine bilinmez bir güne .

Sanayiden denize, okuldan çıkıp bilinmezliğe… Yürüdüm durdum İstanbul’un gizemli sokaklarında. Kargaşa. Gürültü kirliliği bile güzel bu garip şehirde. Mümkün müdür sevmemek bu şehri ? Mümkün müdür simit atmamak martılara , tırmanmamak Galata’nın yokuşunu, kucaklamamak Eminönü’nden yarım kalmış metropolü. Salaş bir pilavcıda yediğin pilav, kuledibinde içilen çay, merdivenlerde içilen şarap… Yürüyerek hissetmek şehrin o büyüleyici dokusunu, buz gibi havada, çılgınca yağan yağmurda. Belki kaybetti kokusunu bakkallar, belki daha az koşturuyor sokaklarda çocuklar, belki çok daha kötü bakıyor birbirlerine insanlar, belki sıkıntıda esnaflar, belki yok oldu ağaçlar, belki eskisi gibi yaşanmıyor aşklar, söylenmiyor şarkılar, tokuşturulmuyor rakılar, kucaklanmıyor dostlar, çoğaldı yalanlar. Ne olursa olsun, bu şehirde hala yaşanacak çok şey var.

Cengiz Han elleri cebinde yürüyor Bebek sahilde. Koca imparatorluk batmış beş kuruşsuz kalmış. Napolyon ne yapıyor acaba şu an diye geçiriyor aklından , bayadır görüşmüyoruz. Aradığınız numara kullanılmamaktadır. Vay amına kodumun ibnesi gene numara değiştirmiş. Sokullu Mehmet Paşayı gördü ufukta, sabah koşusuna çıkmış ağır ağır yaklaşıyor kulağında kulaklık. Bir isyan hemen ardından; şans bizde yok ki , bunun gibi çüksüzlerde var. Neil Armstrong sallıyor ortayı denize, rast gele. Sezar salata yiyor hoş bir kafede. Nasreddin Hoca ferrarisiyle yanlıyor sahil yolunda, direksiyon sağda. 2. Abdülhamit Starbucksta kahve içiyor, malum he got a hangover wooooooaah. Adolf Hitler beraberindeki 15 cengaverle koşturuyor bir yerlere doğru gene, ne kavgam bitii ne sevdam amk diye söyleniyor. Kaddafiyle Jean Jacques Rousseau taş sektirme yarışı yapıyorlar denizde. Yavuz Sultan Selim marinadaki yatında hummalı bir hazırlık yapıyor, akşama çılgın bir parti var. Einstein kıraathanede batak atıyor , 3. Kez çiz yaptı bir günde, müdavimler gerildi. Winston Churchill sodasının içine tuz ve limon karıştırıyor, nereden bilsin seneler sonra bu karışımın barlarda satılacağını. Jimmy Hendrix, Ömer Hayyam, Joseph Stalin ve Fatih Sultan Mehmet stüdyodalar, pek yakında tarihe damga vuracak bir death-metal grubu ilk günlerinde henüz. Enver Paşa ve Wright kardeşler, Aztek ve Mayaların ortak düzenledikleri partide tequila shot atıyorlar. Hasan Sabbah ile Marco Polo cigara içiyorlar bir batakhanede, bu mal bir harika dostum! Tupac ile Kurt Cobain kameralara yakalanıyorlar cuma namazı çıkışı Süleymaniye Camiinde, oooooo Jesus Christ ! Ne idüğü belirsiz bir genç de elindeki kalemle bozuyor kağıdın beyazlığını.

Sabah uyandım bi an şaşırdım Ulan Batur'da ne işim... Ama bu şehir güzel adını sevdim ben içkiliyim ata sen bin dedim. Bir anda ıslandım anladım ki BU CENGİZ HAN'IN YAĞMURUDUR. Oysa henüz ne kavgam bitmişti ne sevdam. Adamım kadınlar hep ağlıyor. Sathı müdafaa yoktur, FUCK YOU müdafaa vardır dedim sonra da şarkıyı yanlış söyledim. Kötü bir tecrübeydi. Bu arada kahvemi içerken bir haber aldım İspanya'dan Baki Mercimek bitmiş. Yaniii olmuyor, olmuyor istesem de ETO'O BİTMİYOR söylesem de. Adriana Lima beni görmeli bana kazak örmeli...Hassiktir yoğurdu dolapta unuttum ellere vayt! Yooo Mr. White ! Bu arada telefon çaldı, GOL DÖRK KAYT. Stay out my territory. Mesela ben Jessie'nin metanfetaminini beğeniyorum. O istedi vodka ben bir bardak su. DEIVIIIDD!!!!! Çocuklar döndürmeyim! EYVAH!!! Yalnız kaldığın o anda...Hassiktir git lan bir git olm! Vurayım mı pankreasına?! Undertaker bi git lan sen de! Bacın, wait for it SİqEM!!!! EZEEEEĞĞLLLL!!!!... Ve beklenen soruyu sorduuuuu. Boşveeerr tavuk mu yumurtadan... Göğsüm daralıyor dübürüm yanıyor olmasaaa mektubun Twitter'ın olmasaa kim Retweetlerdi... Tuğla tuğla tuğlaaa şu ATEŞTUĞLA. YANDIM EANNEEAEM. Dar geldi sana Angara hemen gaçtım New Yorg'a. Paris'in dikmeni bi daha gelirsen şanzelize. Oooooo sometimes Bacının kemiğiiii.... Sabri vurdu John Lennonda, şimdi İskoçya düşünsün. Verdi ispanyoool. Bilican is not my lover. Bırak yarım kalsın, aman diyim bana anlatma. Brace yourself winter is comiii. Bi gelmedi gitti amk. Bugün sporcu sokağın üçgen misafileri vardı. Masada boş bardaklar , am salak suratlar. Osuruktan teyyare waka waka ee eee. Bu sikimsonik bir çalışmadır NOKTA

Zar zor açabildiği gözleriyle etrafına baktı sarhoş adam. Paltosunun cebinden sigara paketini çıkardı. Son dalı kalmıştı. Sigarayı yaktı, buruşturduğu paketi küfrederek çamurlu asfalta fırlattı. Sarhoş adam yorgun. Sarhoş adam mutsuz. Sarhoş adam yalnız. Sarhoş adam neden içtiğini bilmiyor. Sarhoş adam çaresiz, çıkış yolu bulamadığı karanlık bir labirentte. Sarhoş adam sevdi sevilmedi, sevildi sevmedi. Hayat, çözülmesi çok güç karmaşık bir denklem. Sarhoş adam sendeledi, kaldırıma yuvarlandı. Sarhoş adam, üstü başı toz. Sarhoş adam nereye gittiğini bilmiyor. Karnı aç. Ceplerini yokluyor para yok. Hassiktir yaaa! Yankılanıyor sesi boş sokaklarda. Çok ağır geliyor artık , kaldıramıyor bu kadarını. Kusuyor. Yediklerini değil, mutsuzluğunu kusuyor, hayatını kusuyor, hayal kırıklıklarını kusuyor. Bir ömür kussa gene de kurtulamaz farkında. Bıktım diyor bıktım. İnsanların sahteliğinden bıktım. Her gün farklı bir maskeli balonun ortasında olmaktan bıktım. Samimiyetsizlikten bıktım. Oysa tek dilekti mutluluk. Sarhoş adam … Sus lan anlatma. Sarhoş ada… Bahsetme onlara benden. Sarhoş ad.. Kes sesini kime konuşuyorsun. Sarhoş a.. Sus, yalvarırım sus anlamayacaklar anlatma onlara. Sarhoş adam… Sarhoş a.. Sarh...

Güneş şehrin tepelerini kızıla boyayarak ağır ağır çekiliyordu sahneden. Her sokakta başka bir film oynamaktaydı , her biri diğerinden habersiz. Şehirdeki milyon tane köşe başının birinde 3-5 serseri bir çocuğu gasp ediyor. Aynı anda koskoca meydanın ortasında heybetli bir abiyi bıçaklıyor tinerciler. 2-3 km ötede şık giyimli zenginler lüks arabalarından inip eğlencenin kucağına atıyorlar kendilerini. Az daha gel bu tarafa 9 yaşındaki küçük yorgunluktan titreyen kollarıyla tozlu pilav arabasını sürüklemeye çalışıyor. Boğazın karşı tarafında hoş bir yalıda hayatının baharında iki insan evlenerek geride bırakıyor hareketli yaşamı. Balıkçı teknesi iskeleye yanaşıyor. 60 yaşında emekli bir memur kalp krizi geçiriyor 2 oda 1 salonluk mütevazi dairesinin tuvaletinde.Varoş bir mahallede çocuklar taştan kaleler yapmış, topun peşinde bir oraya bir buraya koşturuyorlar. Parası olmayan bir lise öğrencisi otobüse kaçak biniyor. 19 yaşındaki bir delikanlının heyecandan eli ayağı titriyor, aşık olduğu kızla ilk randevusunda. Bir grup üniversite öğrencisi salaş ve karanlık bir barda hep beraber şarkılar söyleyerek içki içiyorlar. Şehrin ücra köşesinde yıkık dökük bir hastanedeki kirli yatakta , ıkınmaktan suratı mosmor olmuş kadın feryat figan bağırıyor, yarım saate ‘ Tebrikler nur topu gibi bir … ‘ klişesini duyacak . Uyuşturucu bağımlıları gözlerden uzak bir harabede ruhlarını huzura kavuşturuyor.Eski mahallelerden birinde bakkal amca kepenklerini indiriyor ekmek teknesinin.Çılgın bir berber bir delikanlının saçında sürrealist çalışmalar yapıyor. 2.387.451 anne sofra kurma telaşında. Genç kızlar makyaj malzemeleriyle boğuşup, gardıroplarda kayboluyorlar. Bozacı ve eskici sokaktan geçerken hangimizin sesi daha yüksek çıkacak diye atışıyor. Dalgın bir kasap buzhanede kilitli kalıyor, hızır efendisi yetişmezse tahtalıköyde açacak sabah dükkanını. Ayyaşın teki toprak yolda yuvarlanıyor, sidikli pantolonuna farklı pislikler de ekliyor. Şehrin modern bir stadyumunda hatırı sayılır bir kalabalık toplanmış futbol maçı izliyor, birçoğunun ses telleri sahiplerine isyanda. Sıska bir köpek topallayarak ilerliyor , karnını doyurmanın peşinde. Şanslı bir kedi ise pencereden aç köpeğe bakıyor, sütünü içerken. Bir devlet tiyatrosunda oyunun son perdesi başlamak üzere, oyuncular ise oyun bitince yoksullukla baş başa kalacaklarının bilincinde yüzler pek gülmüyor, ee malum sanat karın doyurmuyor bu topraklarda. Deniz kıyısında zarif bir lokantada takım elbiseli bir adam diz çökmüş, ceketinin iç cebinden herkesin tahmin ettiği şeyi çıkarıyor ve hemen ardından şak diye beklenen soruyu yapıştırıyor ‘ X benimle evlenir misin ? ‘ . Cinnet geçiren baba dehşet saçıyor ( detaylar yarın 3. Sayfada ). Çok başarılı bir film sinemada boş koltuklara oynuyor. Papparaziler istihbarat almış , ünlülerin gece gitmelerini bekledikleri mekanların önünde pusuya yatıyorlar. Okullu çocuklar ev ödevlerini yapıyor, okullu olmayanlar ise kendilerini sömüren herife beş kuruş daha fazla götürebilmek için trafikte arabaların camlarını siliyorlar. Fakir bir kadın kucağındaki çocuğunu doyurabilmek için çöp konteynırlarında küçük bir gezinti yapıyor.İflas etmiş bir iş adamı şakağına dayıyor çekmecesinden çıkardığı tabancasını. Kıraathanenin müdavimleri geleneksel okey, batak merasimini yapıyorlar. Yolcu uçağının tekerlekleri 1 saat 24 dakikalık bir rötarla havaalanının asfaltına kavuşuyor. Tren garında ayrılık vakti, gözyaşlarıyla uğurluyor insanlar sevdiklerini. Bütün bunlar aynı şehirde , akreple yelkovanın ilişkisi aynıyken gerçekleşiyor. Kimi mutlu, kim mutsuz, kiminin hayal kırıklıkları var, kiminin dünya umrunda değil, kimi başarılı, kimi başarısız, kimi şanslı, kimi şanssız. Bulundukları aynı, yaşadıkları ise çok farklı bir hayat. Bir bar filozofunun da dediği gibi : ‘ Hayat herkesin anladığı kadar , hepimize afiyet olsun .‘